Kendimizi Takdir Etmek Önemli Mi? Bilişsel Çelişkiler.

Gizem Saruhan
4 min readMay 22, 2022

--

Photo by Andrew Seaman on Unsplash

Geçen gün ‘he loves me, he loves me not’ filmini izledim. Lætitia Colombani’nin yönettiği 2002 Fransız psikolojik bir drama filmi. İzlerken birçok yerde tetiklenmiş ve sinirlenmiş olsam da, 2002 yılına göre aslında alışılmışın dışında bir konuya odaklanabilmiş cesur bir film olduğunu düşünüyorum. Filmde genç bir kızın evli bir doktora olan takıntılı aşkı(?) anlatılıyor ve sonunda — spoiler — aslında takıntılı aşık olarak görebileceğimiz genç kızın kafasında kurup, büyüttüğü bu saplantısına sebep olan etkileşimin ilk başta doktorun çok mutlu bir anında karşılaştıklarında ona bir çiçek vermesi olduğu görülüyor.

Ben filmi yazının devamında biraz bu yönünden incelemek istiyorum. Kızcağızın hiçbir konuşma/tanışma geçmemesine rağmen kendisine verilen bir çiçeği bu kadar büyütebilmesi çok etkileyici geldi bana. Aslında sosyal varlık olmamızın yadsınamaz getirisi, herbirimizin yaşadığımız çevrede bizi iyi hissettirecek bir destek, övgü, bir gülümseme, ufacık bir etkileşime bile çok fazla ihtiyaç duyduğumuzu düşündürttü bu durum. Saplantılı bir hale dönüşmesinden bahsetmiyorum tabi ki fakat desteklendiğimizde, bir başkasının da bizimle aynı fikirde olduğunu bildiğimizde çok daha iyi hissetmemiz ve buna ihtiyaç duyuyor olmamız oldukça normal.

Filmi izledikten sonra tesadüf bir tweet’e denk geldim. Bu tweet’te birçoğunuzun tanıdığı Azmi Mengü, yazılım sektöründeki kişiler olarak bir şeyleri başarırken veya hata yaparken bir arada olup bu duygularda birbirimize destekçi olmamızın güzelliğinden bahsediyordu. Pandeminin bizi fiziksel ofislerden ayırıp, insan toplulukları olarak birleştirmesinin bunda rolü olduğunu söylüyordu, bence haklıydı. Kendimi düşündüğümde eskiden yalnızca yöneticilerimden takdir almayı beklerken şu an çalıştığım şirket/ekip dışında da farklı topluluklarda iyi işler yapmaya önem veriyor ve aldığım geri bildirimlerden delice mutlu oluyordum. Bunların üstüne Twitter’da ‘Kimin takdirini almak sizin için daha önemli?’ diye bir anket paylaştım, 22 kişinin cevapladığı anketin sonucu şöyle;

36.4% oranla çoğunluk sosyal çevresindeki kişilerin takdirini daha çok önemsiyor

Seçeneklerde ‘yöneticilerim’ olmasına rağmen, çoğunluk sosyal çevresindeki kişilerin takdirini daha çok önemsiyor çıktı. Bu anketi pandemi öncesi yapmış olsaydım yöneticilerim şıkkının kazanacağına da içten içe eminim.

Bu anketin altına bu sefer ‘Kendi kendinizi ne sıklıkla takdir ediyorsunuz?’ diye yeni bir anket paylaştım, bu sefer 64 kişinin yanıtladığı anketin sonucu ise şu şekilde;

40.6% oranla çoğunluk kendisini büyük bir şey başarınca takdir ediyor

Çoğunluğun yalnızca büyük bir şey başarınca kendini takdir ettiğini görmek bana çok öncelerde okuduğum bir cümleyi hatırlattı: “Eğer kendine kötü davranıyorsan, iyi bir insan değilsindir.”

Doğru, belki küçükken ailemizin takdirini almak çok önemli olduğu için sınavdan 99 alınca ağlayanlardandık, öğretmenimizin takdirini o kadar önemserdik ki onun tuttuğu takımı tutardık, şimdilerde ise yöneticilerimizin takdirini o kadar önemsiyoruz ki kendimizi çok iyi hissettirecek bir hobimize vakit ayırmak yerine teknik kitaplar okuyor, ekstra projeler üretiyoruz. Sosyal çevremizin takdirini o kadar önemsiyoruz ki aldığımız beğeniler bizi mutlu ediyor, arkadaşlarımızla birlikte projeler geliştiriyoruz. Peki kendi kendimizi takdir etmeye neden önem vermiyoruz? Sebepsizce ayna karşısına geçip yanaklarımızı sıkıp “aferin be!” demiyoruz?

Çoğunlukla kendini kutlamayan insanlar “kutlanacak ne yaptım ki, kutlanmayı hak etmiyorum” düşüncesinde oluyor. Bana kalırsa, kendimizi kutlamak için harika bir iş çıkarmış olmak, hiç hata yapmamış olmak gerekmiyor. Mesela özellikle çok fark yaratan bir proje sürecini doğru yönetemediği için birkaç pürüzle karşılaşan insanlara bakalım. Kendileriyle övünmezler çünkü o pürüzler bilişsel çelişkilerini açığa çıkarır.

Bilişsel Çelişki (Cognitive Dissonance) dediğimiz, Leon Festinger tarafından ortaya atılmış bir psikoloji bilimi kuramıdır.

Psikoloji alanında bilişsel uyumsuzluk, bir kişi çelişkili inançlara, fikirlere veya değerlere sahip olduğunda ortaya çıkar ve bunlardan birine veya daha fazlasına karşı çıkan bir eyleme katıldıklarında tipik olarak psikolojik stres olarak deneyimlenir. Bu teoriye göre, iki eylem veya fikir birbiriyle psikolojik olarak tutarlı olmadığında, insanlar tutarlı hale gelene kadar onları değiştirmek için ellerinden geleni yaparlar.

Sizce tüm hayatımız boyunca sadece olumsuz noktalara odaklanmak ve verdiğimiz tüm emeği hiçe saymak doğru mu?

Hayatta her şey negatif ve pozitifle birlikte var olur. Gün batımı kadar gün doğumu vardır. Hatalar da hatasızlığımızın en büyük parçasıdır. Küçük projeler bir gün oluşacak fark yaratıcı projeler için harika deneyimlerdir. En önemlisi zihninizi meşgul ettiğiniz, vaktinizi ve emeğinizi harcadığınız her şey takdiri hak eder. Bazen yalnızca çok yorgun ve huzursuz hissettiğiniz bir günü sağlıkla bitirebilmiş olmak bile takdiri hak eder. Kendimizi sık sık takdir edersek, bence yazının başında bahsettiğim kız gibi aldığımız güzel bir etkiyi büyük takıntılara çeviren birine dönüşmez hatta ve hatta çok beklediğimiz o övgüyü alamadığımızda mutsuz/yetersiz hissetmeyiz.

Rafine şekersiz, glutensiz bir kek yaparak kendinizi kutlamak isterseniz şahane bir tarif linkledim, 3 yumurta 3 muz ile yapıp yaban mersinini içine koyarsanız şahane oluyor. Umarım faydalı ve hoşunuza giden bir yazı olmuştur. Yorumlarınızı bekliyorum. Bu arada yazıyı beğendiyseniz alkış ile beni haberdar edebilirsiniz. 🤘🏻

Önceki Yazım ->
Sonraki Yazım ->

--

--

Responses (3)