Övgüden Korkulur Mu? Kırılganlığı Kabullenmek.

Gizem Saruhan
4 min readSep 27, 2021

--

En son hangi retro toplantısında kendi adınıza övgü dolu sözler işittiniz? Bu hafta sonu biraz bunun üzerine düşündüm; neden o panoda yokuz, neden övmekten ve övülmekten korkuyoruz? Neden kendimizi veya başkalarını övmüyoruz?

Toplantılarda veya geri bildirim verdiğimiz zamanlarda daha fazla takdir edilmek istediğimizi, bunun çok önemli olduğunu söyleriz. Zira, en çok da övülmek, kendimize olan güvenimizi pekiştirmek ve belki de bulunduğumuz toplum içinde örnek gösterilmek için başarılı olmak isteriz. Sonuçta biz değil miyiz ki öğretmenlerinden “aferin” almak için çabalayıp sürekli kuzenleriyle öne geçmek için yarışan bir toplumda büyüyen.

Bana sorarsanız eğer, övgüden kaçınılmasının iki farklı sebebi var: Kötümser (pesimist) ve iyimser (optimist) düşünce şekilleri

1. Bir kişinin başarısını kabullenemediğimiz durumlarda o kişiyi övmek istememek

Kötümser bir düşüncenin örneği. Kendimi bildim bileli insanları takdir etmeyi ve aynı şekilde karşılık görmeyi çok önemserim. Hal böyle olunca bir başkasını takdir etme fikrinin aklının ucundan geçmesine bile tahammül edemeyen insanları asla anlayamıyorum. İnsanın kişiliğini çevresindekiler ortaya çıkarır derler. Ben çevremdeki başarılı insanların çokluğu sayesinde -şükürler olsun ki- her seferinde öğrenecek ne kadar çok şey olduğunu görüp seviniyorum. Böyle bir durumda nasıl negatif duygular besleyebilirim? Beslememeliyim.

Bir başarı gördüğünüzde kıskançlık benzeri duygular hissediyorsanız bilmelisiniz ki bu epey sağlıksız bir durum. Eğer sürekli bu hissi yaşıyor ve gerçekten birini sırf bu sebeple takdir etmiyorsanız, kapak fotoğrafındaki “bir başkasının başarısını desteklemek, senin başarını asla mahvetmez” sözünü size hatırlatmak isterim. İlk okuduğum andan beri bana çok anlamlı gelen bu söze kim hak vermez ki?

Bu pesimist düşünce örneğinin yanı sıra;

2. Bir başkasını üzeceği için övülmek istememek ve Kendimizi ve yaptıklarımızı övülmeye değer bulmamak

Optimist düşünceye örnek olabilir. Empati yeteneği yüksek insanların büyük çoğunluğu bir başarısızlık yaşamış kişilerin yanında aynı alandaki kendi başarısını övmekten geri durur. Karşısındaki kişinin başarısızlığının sebebi olmamasına ve kendi başarısı için çok emek vermiş olmasına rağmen övünmez. Bir başkasını üzeceği için övülmek istememek karşı tarafın kırılganlığı adına bizi durduran bir nedendir. Yani siz de benim gibi empati yapan biriyseniz böyle bir ortamda o kişinin aklına kendi başarısızlığı gelmesin diye övünmek istemezsiniz. Çünkü karşı tarafı anlarsınız ve üzüleceğini bilirsiniz.

Kendimizi ve yaptıklarımızı övülmeye değer bulmamak ise kendi kırılganlığımız adına bizi durduran bir davranış biçimi. Herhangi bir başarısızlık yoksa dahi kendimizi övmüyoruz çünkü başardığımız şey gerçekten o kadar da önemli bir olay değilse beklediğimiz ilgiyi göremeyeceğimizden korkuyoruz.

Bu iki konunun ortak bir noktası var: “Kırılganlık”. Kırılganlık iyi iletişim için herkesin kafa yorması ve açığa çıkarması gereken bir olgu. Kariyerini cesaret, kırılganlık, utanç gibi duyguları çalışmaya adamış ünlü profesör Brene Brown’un “The Call To Courage” konuşmasını izlemenizi tavsiye ederim. Bu konuda size ilham verecek zengin bir içeriğe sahip. Brene Brown diyor ki,

“Utanç, gizlenmeye bayılır. Utanç duygusunu tetikleyen deneyimin ardından yapabileceğimiz en tehlikeli şey bu deneyimi gizlemeye, gömmeye çalışmaktır. Çünkü bunu yaptığımızda, yalnızca utancın metastaz yaparak çoğalmasını sağlarız. Sezgilerinize aykırı geleceğini biliyorum, fakat utançla başa çıkmak için yapabileceğimiz en iyi şey cesaret gösterip iletişime geçmek. Çünkü utanç, kelimelere dökülmekten nefret eder. Çünkü utanç, paylaşılırsa hayatta kalmayı başaramayacağını bilir. Tam da bu nedenle, böyle anlarda hikayemizi sahiplenmeye ve onu duyma hakkını kazanmış, bize şefkatle yanıt vereceğine güvendiğimiz birisiyle paylaşmaya gereksinim duyarız. Acilen.

Böyle düşününce, herkes kendi kırılganlığı ve utançları ile barışsa çalışma ortamlarımız daha iletişime açık ve dürüst hale evrilir. Birini övebilmek için önce kendimizi nasıl övebileceğimizi bilmeli ve birini kırmamak için kendimizi nasıl kıracağımızı bilmeliyiz.

Son zamanlarda retro toplantılarında hiç “memnun olduğunuz madde” yazdınız mı?

Herhangi bir ekip arkadaşınızı tüm ekibin önünde kaç kere övdünüz? Bunu en son ne zaman yaptınız? Retro panosuna madde yazmak istediğinizde aklınıza ilk “memnun olduklarınız” mı geliyor yoksa “üzüldükleriniz” ve “kızdıklarınız” mı?

İnsanlar genellikle çevresindekileri taklit ederek bulundukları ortamda kabul görmek ya da uyumlu görünmek isterler. Davranışsal durumlar bir toplulukta çok hızlı “rutin davranış” haline gelebilir. Eğer övgüyü bilmeyen bir ekiple geçen bir haftanın sonunda takdir edilmek istiyorsanız, belki de bu övgü sarmalını başlatması gereken sizsiniz. Unutmayın, birinin kırılmaya açık olması gerekiyor ki bunun çok da korkulacak bir şey olmadığını herkes görsün. Mesela basketboldan örnek vermek gerekirse; Sırp kökenli antrenörler sahadaki oyuncu hata yaptığında benche dönüp oradaki oyunculara bağırıp hatasını dile getirir. Kenardaki oyuncu ise buna kırılmaz, diğerleri de aynı şekilde. Aksine buradan daha çok şey öğrenirler.

İşte bu raddede başarıların dile getirilmeyişinden şikayet etmek yerine herhangi bir başarıyı tebrik etmekle işe başlayabilirsiniz. Bir ekip arkadaşınızı, hatta birlikte çalışmadığınız başka bir arkadaşınızı tebrik edebilirsiniz. Her zaman güzel davranışları beklemek yerine, güzel davranışı yayan olmaya çalışabilirsiniz. Eğer bugün birini takdir ederseniz, yarın takdir edildiğinizi, ekip arkadaşlarınızla birebir yapmaktan çekinmemeye başladığınızı, toplantılarda daha çok övgü maddeleri oluşmaya başladığını, açık iletişimin ne kadar yayıldığını çok rahat gözlemleyebilirsiniz. Defalarca kırılmış olmak, bir gün ilk kez kırılmaktan çok daha iyidir emin olun.

Umarım hoşunuza giden bir yazı olmuştur. Yorumlarınızı bekliyorum. Bu arada yazıyı beğendiyseniz alkış ile beni haberdar edebilirsiniz.

Önceki yazım ->
Sonraki yazım ->

--

--