Evrimimiz İş Hayatımızı Pozitif Etkileyebilir Mi? Davranışsal Evrim.

Gizem Saruhan
4 min readNov 14, 2021

--

Bölümü dinlemek için->

https://unsplash.com/photos/GC_MO-vOa3s

Çok eskiden kendini tanımayan, hissettiklerinin, yaptıklarının sebebini bilmeyen ve bazı kaygılar içinde debelenip duran biriydim. Yıllar geçtikçe kendimi tanımak, hislerimi ve davranışlarımı anlamak bana çok keyif vermeye başladı ve sinir bilimi, pozitif psikoloji, davranış bilimi gibi konulara merak sardım. Çok fazla deney, makale ve kitap okudum, çeşitli üniversitelerin ilgili derslerini izledim ve sonucunda kendimi daha iyi tanımak, öz eleştiri yapabilmek gibi en değerli yeteneklerimi elde ettim.

Hislerimi tanıyıp, bir gruptaki insanların davranışlarını analiz etmeye başladığımdan beri daha fazla empati yapıyorum ve hayatım çok daha kolay. Eminim mutlaka küçük de olsa, sizin de takılıp kaldığınız bir “olay” ve o olaya bağlı bir “duygu” olmuştur. Bunda hiçbir sakınca yok bu arada, çevremizi kontrol etmemiz imkansız olduğu için sürekli bir içsel huzur zaten çok mümkün değil, tabii bir zen ustası değilseniz. Dönelim takılıp kaldığımız olaya ve içimize oturmuş olan o “his”se.

Bedenimiz ve zihnimiz birlikte çalışır. Kimi zaman bedenimizdeki bir değişiklik nasıl kolayca zihnimizi etkileyebiliyorsa, bazen de zihnimizdeki bir değişiklik kolayca bedenimizi etkileyebilir. Akşam yatağa yattınız ve harika bir günün ardından mutlu bir uykuya dalmak üzeresiniz, kalp atışlarınız yavaşlamış... Tam bu anda aniden hayatınızın sonsuz olmadığını düşünüyorsunuz, bir gün vücudunuzun kaskatı ve buz gibi kesileceğini, dudaklarınızın morarıp ayak parmaklarınızın büzüşeceğini hatırlıyorsunuz. O anda kalp atışlarınız oldukça hızlanmaya başlıyor; zihninizdeki değişiklik bedeninizi işte böyle etkiliyor.

Genellemeyle; haftada 5 gün 9–6 çalışan insanlarız, bir haftada 168 saatimiz var ve 45 saati işle geçiyor, iş gerçekten hayatımızın çok büyük bir bölümünü kapsıyor. Hal böyle olunca iş arkadaşlarımız tarafından çok fazla stresöre -stres kaynağı- maruz kalıyoruz. Zihnimizdeki stres ise fiziksel durumumuzu etkiliyor. Sosyal hayatımızda hoşumuza gitmeyen bir davranış olduğunda en çaresiz noktada artık o kişiyle iletişimimizi kesebiliyoruz ama iş hayatında ekip arkadaşlarımızla iletişimimizi kesemiyoruz. Yazının başında çevremizi kontrol etmemiz imkansız demiştim. Ama çevremizi değiştirebiliriz, çevremizi değiştiremediğimiz durumlarda ise -iş hayatı gibi- ilgili grupta bulunan kişilerin davranışlarını iyileştirebiliriz, en azından bunu deneyebiliriz. Bunu da yalnızca bakış açılarını değiştirerek yapabiliriz.

Stanford Üniversitesi’nde profesör olan Robert Sapolsky’nin Human Behavioral Biology derslerinin Behavioral Evolution bölümünde Darwinsel Davranış şeklinin yapı taşlarını anlatıyor. 3. yapı taşı gerçekten beni oldukça düşündürüyor ve iş hayatındaki büyük sıkıntıların çoğunun birbirimizi rakip olarak görmemizden kaynaklandığını düşündüğüm bu yazıyı yazmama yol açıyor…

Elimden geldiğince çevirisini yapıp özetleyeyim; Sapolsky diyor ki, hayvanlara bakıyorsunuz ve hayvanlar belirli noktalarda rekabetten kaçınıyor. Hayvanlar, diğer hayvanlara karşı saldırgan olma potansiyeline sahip oluyorlar ama bunu yapmaktan vazgeçiyorlar. Bu durumun gerçekleştiği yer ise; taş-kağıt-makas senaryosunu elde ettiğiniz yer. Örnekleyelim; A, B ve C hayvanlarınız var, A’nın B’ye zarar verme yolu var ancak A’ya mal oluyor; B’nin C’ye zarar verme yolu var ancak B’ye mal oluyor; C, A’ya zarar verebilir ancak A’ya mal oluyor. Bir popülasyonda bu özelliklerden birine sahip -yani birbirine bir şekilde bağımlı- bireyleri doğru şekilde dağıtırsanız kimsenin birbirine zarar vermediği bir taş-kağıt-makas dengesine ulaşacaksınız.

Brendan Bohannan’ın taş-kağıt-makas durumunu gösteren bakteriler hakkındaki deneyinden de bahsetmek istiyorum. Bohannan’ın yaptığı bu kolonide bu bakterinin 3 farklı türü, 3 farklı versiyonu vardı. Birincisi bir zehir üretebilirdi, ancak bunun maliyeti -kötü yanı- o zehri yapmak için ve o zehirden korunmak için enerji sarf etmesinin gerekmesiydi. İkinci tip zehre karşı savunmasızdı, zarında zehri alan bir taşıyıcı vardı ama başka bir durumda bu taşıyıcı daha fazla yiyecek elde edebiliyordu bu da iyi tarafıydı. Üçüncü tipte ise kötü yönden bakacak olursak zehri yoktu ama iyi taraf şu ki zehir üretmek için enerji harcamasına da gerek yoktu. Her birinin bir gücü ve bir kırılganlığı vardı. Hepsini bir araya getirdiğinizse ise, birbirlerine saldırmadıkları bir taş-kağıt-makas senaryosu oluşmuş oluyordu. Böylece çıkmazların evrimi -3. yapı taşı- elde ediliyor. Bu evrim çok da gelişmiş canlılarda değil, farkındaysanız bakterilerde evrilmiş.

Anladığınız üzere bakterilerin yaptığı gerçek bir işbirliği değil çünkü bu bakteriler zaten rekabet halindeler. Bakterilerin yaptığı sadece rekabeti azaltmamız gerektiğini fark etmek. Saldırganlığı azaltmalıyız. Güçlü, saldırıya hazır olabiliriz, yine de bu rekabetten kaçınabiliriz. Çünkü herhangi bir zamanda, herhangi birine zarar versek, başka bir alemde daha savunmasız oluyoruz.

Maalesef birçoğumuz en iyi ihtimalle komşu çocuğuyla rekabet ettirilerek büyüdük çünkü eğitim sistemimiz böyleydi, suç tamamen ailelerimizde değil. Bu yüzden aslında iş arkadaşlarımızı rakip gibi görmek her ne kadar mantıksız olsa da, bu görüşün nedeni anlaşılabilir oluyor. Okul öncesi eğitimde harika bulduğum Waldorf eğitim sisteminin -en başarılı eğitim sistemi bulunmuştur.- de vurgulamaktan çekinmediği “çocuklar birbirlerinin rakipleri değil, işbirliği içinde çalıştıkları ortaklarıdır” prensibi kendimizi eğitmemiz gereken en önemli noktalardan -vizyonlardan- biri bence.

Sonuç olarak, bakterilerden daha akıllı olduğumuzu varsayarsak; onların üstüne koymalı ve yalnızca rekabeti azalmakla yetinmemeli, bakış açımızı iş arkadaşlarımıza karşı rakipten, işbirlikçiye doğru evriltmeliyiz.

Umarım hoşunuza giden bir yazı olmuştur. Yorumlarınızı bekliyorum. Bu arada yazıyı beğendiyseniz alkış ile beni haberdar edebilirsiniz.

Önceki Yazım ->
Sonraki Yazım ->

--

--