Banyoda aklıma gelen o fikir neydi ya?
Çok severek okuduğum The Creative Act: A way of being kitabında Rick Rubin “yaratıcılık ender rastlanan bir beceri değildir” diyerek giriyor konuya. “Ulaşılması zor değildir. Yaratıcılık, insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Doğuştan gelen bir haktır. Ve hepimize mahsustur. Yaratıcılık yalnızca sanat yapmakla ilişkili değildir.”
Peki yaratıcılığımızı açığa çıkarmak için ne yapmalıyız? Kendimizi ıssız bir mahzene mi kapatmalıyız yoksa sanat eserleriyle dolu yerleri gezerek ilham mı aramalıyız? Yaratıcılık için gerekli iki farklı düşünme modeli var; divergent thinking — ıraksak düşünme modeli — içgörü ve convergent thinking — yakınsak düşünme — analitik düşünme. Evet bazen bir şey yaratmak için spesifik konuları öğrenmeye ihtiyacımız var doğru; fakat bazen de tam tersi problemden uzaklaşmaya, hiçbir şey yapmamaya ihtiyacımız vardır.
Sinirbilim ve radyoloji profesörü Marcus Raichle ve ekibi yaptıkları bir çalışmanın verilerini incelediğinde şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşıyor; katılımcıların odaklanma zamanında aktivitesi azalmış bazı beyin bölgeleri, dinlenme moduna geçtiklerinde daha aktif halde görünüyor. İşin ilginci yalnızca hiçbir şey yapmadığımızda değil, gözümüzü kapattığımızda da DMN’i aktif edebiliyoruz.
Daha önce yapılan bir başka çalışma da gözlerimizi kapadığımızda gerçekleşen beynin görsel korteksinde yükselen Alfa dalgalarının beynimize ulaşan görsel uyaranları azalttığımızda da yükseldiğini söylüyor. Araştırmalar bize dış dünyanın bunaltıcı parlaklığının içgörünün patlamasını engelleyebilen bir şey olduğunu gösteriyor. Bu sebeple içimizde patlamak üzere olan bir içgörü varsa, olabildiğince dış dünyadan gelen uyaranları azaltmak gerekiyor. Duşta gözlerimizi kapattığımızda aha-moment yaşamamızın sebebi de bu ilişkiden kaynaklanıyor.
Schopenhauer’ın Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine isimli kitabından: “Okumak kendi zihnimizle değil başkasının zihniyle düşünmeye benzer. Nasıl ki bir öğrenci yazmayı öğrenirken öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder okumak da biraz bunun gibidir. Düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir. Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak bizi bir parça rahatlatır. Fakat okurken zihnimiz aslında başka birinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir. Her boş vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak felç edici bir etkiye sahiptir. Nasıl ki bir cismin ağırlığı üzerinden hiç eksik olmayan bir çelik yay sonunda esnekliğini kaybeder, başka bir kimsenin düşünceleri sürekli olarak üzerinde bir baskı ve tazyik unsuru olarak varlığını koruyan bir zihin de körelir, keskinliğini kaybeder.”